31 Ağustos 2011 Çarşamba
Şuranı Tutacaksın!
"Huysuzla Dans Eder misin?" dans yarışması programını izliyorum ve yarışmacılar eğer öğretmene, programın içeriğine bir laf söylerse, önce çenesini kapatması söylenerek uyarılıyor, sonra da düşük puan verilerek elenmesi için son üçe bırakılıyor. Bahaneleri de "Dansınız güzeldi ama ruh yoktu." oluyor. Konsepte uygun şekilde kukla gibi davranılıp program yüceltilse bunlar gelmeyecek yarışmacı çocukların başına.
Yarışmacı arkadaşımız iyi performans sergileme imkanını kısıtlayacağı için, "Bu dansı kendime yakıştırmıyorum. Neden misket var ki bu yarışmada?" diyerek halk oyununun olması yüzünden yarışmayı da eleştirmiş oluyordu bir anlamda. Zaten hangi yarışmacıya çekilişte halk oyunu çıksa yüzünü buruşturuyor, memnun kalmıyor, en iyi yarışmacı dahi son üçe kalmaktan kurtulamadığı için. Halk oyunuyla jüriyi de memnun edemeyeceklerini öğrendikleri için üzerlerinde elenme baskısı oluyor haliyle. Çünkü ağızlarıyla kuş tutsalar bile bu oyun türüyle kendilerine suç bulunacak.
Jüri koltuğuna oturanlar genelde senkron, mimik, ruh gibi kıstaslarla değerlendirme yaptıkları halde çenesi düşen yarışmacıların çenelerini tutmaları için, yarışmacının "Bu dans bana yakışmıyor." her dansı yapma konsept eleştirisini, başka bir yarışmacıya "Bu dansa senin yapına yakışmadı." diye kendileri de kullanarak çelişip, "Ben ne dersem doğrudur ve haklıyımdır." babında otoriteleşebiliyorlar. Yani otoriter yapı her yerde kendini gösteriyor. Yarışmacı söylerse yanlış oluyor, kendileri söylerse doğru.
Bir başka keyfi çelişki de yarışmacı çiftlerden birisinin performansının düşük olması puan olarak diğerini etkilediği gibi, bazen de çiftlerden birisinin performansı iyi olunca, diğerinin kötü performansına rağmen puanının yüksek olmasını sağlayabiliyor. Yani partnerlerden birinin iyi veya kötü olmasının puansal etkisi, diğer partnere iyi hal durumuna göre yansıyor. Geçen hafta da bir yarışmacı öğretmene, "Tantana etmeye gerek yok." dediği için, öğretmen yarışmacıya dans öğretmekte vaz geçmişti kapıyı çarpıp giderek.
Belki yarışmacılar kendilerine yakışmayan danslardan şikayetçi olmayacaklar ama jürinin beklentisini karşılayamama korkusu, onların o dansa karşı şevklerini kırıyor. Ve ne yazık ki bu hafta da son üçe kalanlardan ikisi geleneksel dans yapan çiftlerdi. Birisi misket, diğeri oryantal. Tabi ki başarısızlığın altında yarışmacıların bu danslara itirazları yüzünden düşük puan almalarının yanında, bu dansa olan fiziksel dezavantajları, heteroseksist yetişme tarzı veya cinsiyetçi yaklaşıma karşıtlık da olabilir.
Asıl değinmek istediğim konu da geleneksel dansların heteroseksist yapıyı birebir yansıtmaları ve yapısal olarak toplumsal cinsiyet kalıplarına uymayan karakterlerin bu dansa uyumsuzluğu, dolayısıyla bu yapının temsiliyetiyle olan içsel çatışmanın yarışmacının performansına ve alacağı puanlara etkisi.
Herkes tutturmuş bir "kültürümüz" diye, almış başını gidiyor. İnsanın içinde yaşadığı kültürü, dansını beğenmeme ve bunu dile getirme hakkı yok mudur? .
Tabi reyting için yarışmacıların demoralizasyonu da konseptin bir parçası olabilir. Yoksa tartışma yaratacak konulara fazla girilmez ve puanlar verilir sadece. Gerçi bu bir yarışma değil, şov programı. Ama gençlerin de şöhret olmak için umut kapısı. Çark böyle işliyor, n'apsınlar.
Kumanda elimde ve beğenmiyorsam izlemeyebilirim bu programı ama dans sever biri olarak izlememeyi lüks bulmuyorum. Jürilerin "Halk oyunları kültürümüzün bir parçası, oynamalısınız." dayatmacılığı, "Sen dansı bırak." gibi ayrımcılıkları, mimik, ruh, senkron gibi klişe eleştirileri, "Bu dans sana yakışmıyor." çelişkisi, öğretmenlerin çocukça dansçılara dans öğretmekten vaz geçmeleri falan değil benim derdim. Ekonomik ve iktidar gücünü elinde bulunduranların, diğerlerine karşı güç yeterliliği yaparak konuşma, itiraz haklarını ellerinden almaya çalışmaları. Ağız-çene gösterilerek "Şuranı tutacaksın." deniliyor. Tutmayana da kapıyı gösteriyorlar dolaylı da olsa.
Dans gerçekten insanın karakterine uygun olmalıdır kendini doğru ifade ederek rahatlayabilmesi için. Dans da bir çeşit rahatlama-rehabilite aracıdır çünkü. Bunu ister eğlenerek yaparsın, istersen mesaj vermek amacıyla. İlkel toplumlardan günümüze kadar insanlar ister acı, isterse mutlu anlarında kutlamalarını bedensel devinimlerle gerçekleştirmektedirler. Yaşam kültürünün de önemli parçası olmuştur egemen yapıya paralel şekilde. Ama karakterler egemen yapıdan farklılık gösterebildiği için geleneksel ritüeller herkesin üstünde samimi durmayacağından, sana uygun olan yaşam biçimini herkese dayatmak iyi sonuç vermeyecektir. Kaldı ki o yaşam biçimi belki sana da uymuyor ama sen bireysel olamadığın için doğru zannettiğin kültürle idare ediyorsun yaşamını.
İnsanlar dayatılanı kabul etmek yerine, cesaretini toplayıp "Bu dans veya bu yaşam biçimi bana uymuyor." diyebilmeli. Çünkü her insanın toplumsal yaşamı ve kültürü dönüştürebilme, hatta kültürel reform yababilme hakkı vardır.
Yaşam kültürü sanatsal anlamda zaten dişi, feminendir, olmalıdır da. Özgünlüğe ve yaratıcılığa izin verillmezse, kısır ve de eşitlikçi olmayan bir yaşam kültürü hakim olur dünyaya. Sonra da yakışmaya yakışmaya oynatır egemen sistem kendine benzemeyen bireylerini.
halil Kandok
http://halilkandok.blogspot.com/
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder